Dünya kurulduğunda, kimi yok, kimi vardı.
Bilinmezdi o zaman hangi mevsim bahardı.
Binlerce yıl aradı, insan oğlu kendini.
Ne atom, ne füzeler, yalnız taş, sopa vardı.
Bir çul ve biraz ekmek, her şeye yetiyordu.
Başını taşa koyup, mutluca yatıyordu.
Farkında olmadığı bir şey vardı, insanın.
Kalbine zaman zaman bir diken batıyordu.
Bu duygunun adını, binlerce yıl bilmedi.
Sevdi, sevildi ama hiç farkında olmadı.
Baktı, hayvanlar bile koklaşıp öpüşüyor.
O zaman, düşünceye pek fazla yer kalmadı.
Demek; bir ihtiyaçtı, yemek ve ekmek gibi.
Önce sevmek, sevilmek ve çile çekmek gibi.
Hasretin acısını sonra tattı içinde.
Erişilmeyen güne ufukta, bakmak gibi.
Derken, bir isim buldu bu duyguya, içinde.
Aşk dedi, sevgi dedi, başka başka biçimde.
Takvimi icat etti, kendine bir yaş buldu.
Aşkın yaşı olmadı, bilmem, hangi kaçında.
İşte o günden sonra, nice aşklar yaşandı.
Kimi gerçek yaşandı, kimi de gerçek sandı.
Ne gerçek, ne yalandı, yazılan söylenenler.
Sonunda bu masaldan, gerçek aşk da usandı.
Ben de onu aradım ve bir ömür durmadım.
Ayaklarım yoruldu, yürüdüm, aldırmadım.
Biliyordum, karşıma çıkacak elbet bir gün.
Allaha inancımı, ümîdimi kırmadım.
Sonunda beklediğim hayalim gerçek oldu.
Ruhum, hiç tatmadığı gerçeği, aşkı buldu.
Şimdi, bir daha asla onu geri bırakmam.
O, benden, bedenime can veren kalbi çaldı.
Onun mekânı benim, isterse beni yaksın.
Kalbime hançer vurup, içime zehir döksün.
Dönmek yok, ölüm olsa ben bu yola baş koydum.
Bence emir Allahtan, sen benim olacaksın...